Uzun zamandır “anı yaşamak” üzerine düşünüyorum. Açıkçası ne kadar uzun bilmiyorum fakat en az bi 6-7 ay olmuştur diye tahmin ediyorum. Her zaman kendime anı yaşamam gerektiğini söylüyorum fakat ne demek olduğunu hala tam bildiğimi sanmıyorum. Yani, evet açıklamasını yapabiliyordum kendi kendime. Telefondan gelen bildirimlerle, var olan sorunlarla, geçmişte olanlar veya gelecekte olacaklarla kafanı doldurmaktansa bütün zihninle o an o saniye bulunduğun yerde olmak. Gözlerinin görüp kulaklarının duyduklarına odaklanmak. Teninin hissettikleri ve burnunun kokladıklarına. Fakat her ne kadar açıklamasını yapabilip herkese tavsiye olarak verebilsem de kendime uygulamaya gelince başarılı olamıyordum. Anı yaşamanın ne demek olduğunu tam anlamıyla anlayamıyordum. Taa ki bugüne kadar…
Bugün birkaç saat önce (şuan saat tam olarak 10:22) dışarıdayken telefonum bozuldu. Youtubedan bir video açarken telefon dondu ve ekran öylece kaldı. Ki hala aynı salak ekran var telefonda. Şarjı bittikten sonra düzelir diye tahmin ediyorum. Olay olduğunda stres olmam falan gerekirdi sanırım ama o kadar umrumda olmadı ki. Zaten kendilerinin eski bir telefon olup bugüne kadar sorunsuz çalışmış olmaları bile bir mucizeydi.ama her neyse, konumuz bu değil.
Bu olay tam eve dönmemden önce yaşandığı için sorun etmedim fakat hala eve gitmek için nereden baksanız 1.5 saatlik bir yolum vardı. Aklıma ilk gelen şey bir toplu iğne bulup telefonun reset tuşuna basmaktı fakat bunun için gereken şey açıkçası başta biraz korkutucu bir fikirdi, insanlardan istemek. Düşünsenize onca kalabalığın içerisinde bir kişiden öbürüne gidip robot gibi “Pardon, iğne gibi ince uçlu bir şeyiniz var mı? Telefon dondu da resetlemek için gerekiyor” diye söylemek… Her ne kadar başta garipsesem de sordukça kolaylaşmaya başladı. Ki zaten çok da kişiye sormama gerek kalmadan eğer yanlış hatırlamıyorsam 4. kişi çantasından bir tane çıkarıp verdi ve “Sende kalabilir” deyip teşekkür etmemin ardından devam etti yoluna. İğneyi almıştım elime, sonunda telefonu tekrar açabilecektim. Yani, öyle düşünüyordum…
Daha önce defalarca yapmış olamma rağmen reset tuşunu bir türlü bulamadım. Ya tuşta bir sorun vardı ya da iğne fazla kalın geliyordu, en ufak fikrim yok. İki türlü de, aklıma gelen bu zekice yöntem çalışmamıştı. Metroya binmem gerekiyordu ve yanımda kentkartım olmadığı için telefonla geçmek zorundaydım ama o da istediklerimi yapmayı reddediyordu. Ardından bir başka dahice fikir daha düşündüm, insanlardan istemek!
Gidip bankamatikten 1.10 lira ücret ödeyip (benim kullandığım kartın bankamatiği yoktu) 10 lira çektim ve kartına para yüklerken gördüğüm ilk kişiye “Eğer metroya gidecekseniz ben size bunu versem ve benim yerime bassanız olur mu?” diye sordum. İyi insana denk gelmişim ki kabul etti teklifimi. Hatta tuvalete gitmesi gerektiği için önce benim yerime basıp ben gişelerden geçerken kendisi tuvalete gitti.
Metroya bindim, bir yer bulup oturdum, ve… Ve oturmaya devam ettim. Telefonsuz zaman geçirmek çok sıkıcıydı. Telefonumun çalıştığı zamanlarda bile dışarıdayken kulaklıkla müzik dinlemeyi sevmediğimden onun yokluğunu çekmiyordum fakat ne bileyim, en azından Instagram’da sonsuza kadar kaydırmak güzel olabilirdi. Her neyse, bir süre elime telefonu alıp yaklaşık 1 saat önce açmış olduğum donan ekrana bakmamın ardından o da sıkmaya başladığı için ışıklı kutumu cebime koyup etrafa bakınmaya başladım. Nerede ne yazıyor? Yerin dekoru nasıl? Tavan neye benziyor? Etrafımda nasıl insanlar var? Ve bunlar gibi onlarca sorunun cevaplarını keşfederken ben, çok geçmeden durağın birinde iki gitarlı arkadaş girdi metroya ve yanımdaki boş yerlere oturdular. Ben onların gitarlarını, ekipmanlarını incelerken bir sonraki durakta başka bir gitarlı daha girdi aynı vagona. İki gitar vardı elinde, biri kılıf içerisinde akustik, öbürü ise dümdüz elinde taşıdığı bir elektro gitar. Ardından bu son gelen arkadaş, bir önceki durakta binmiş olan iki gitarlıyla bir şekilde muhabbete başladılar. Hepsi sırayla kendi gitarlarını, ne tarz müzikler yaptıklarını, müzikle ilgili anılarını ve ne zaman başladıklarını anlatıyordu. Ben de katılacak kadar cesur olmadığımdan hemen yanımda oturan üç gitaristin sohbetlerini dinliyordum. Açıkçası telefonum bozuk olmasa da o an herhangi bir müziğe veya instagramdaki izledikten 3 saniye sonra unutacağım videolara tercih ederdim o konuşmayı. Birbirini tanımayan insanların konuşmaya başlamaları çok hoşuma gidiyor. Neyse, bu 3 arkadaş birkaç durak boyunca konuştuktan sonra önce o ilk binen iki gitarist, ardından bir sonraki durakta da diğer arkadaş indi metrodan. Ben de oturup düşünmeye başladım. Şimdi ne yapacaktım? Sonuçta gidecek daha bir sürü durağım vardı.
Bir kere eve gider gitmez gitar çalmak istediğimi biliyordum. Fakat bu gelecek benin düşünmesi gereken bir konuydu. O anki ben ne yapacaktı? Biraz düşündükten sonra yeni bir şey buldum. Aslında, düşünürken çoktan bulmuştum fakat farkında değildim bulduğumun. Boynumdaki kolyeyle oynuyordum düşünürken. Sonra bir anda durup dedim ki, neden bunu yan aktivite olarak yapıyorum ki? Düşünmeyi bırakıp kolyemle oynamaya başladım sonra. Bir de içimden geldi, sessiz sessiz şarkı söylemeye başladım kendimce. Zaten metronun sesi benimkini bastırdığı için biraz daha rahat hissediyordum söylerken fakat sanırım sol yanımda oturanlar duydu beni. Emin değilim fakat önce bana bakıp ardından birbirlerine dönerek içerisinde “şarkı” geçen bir cümle kurdular. Ne cümleyi ne de kastettiklerini biliyorum ama cümle bittikten sonra aralarında gülüştükleri için beni kasttetiklerini düşünüyorum. Her neyse, şuan buna sıkılamazdım. Hem ne var yani, eğer gülme sebepleri bensem, iki insanı güldürdüm oturduğum yerde, kötü mü olmuştu sanki? Ayrıca kolyemle oynayarak şarkı söylemekle meşguldum ben. O an o kadar eğlenceliydi ki bu, anlam veremediğim bir mutluluk vermişti resmen bana. E zaman da geçiyordu. Hem mutluyum hem de zamanımı eğlenerek geçiyorum. Daha ne isteyebilirim ki? Açıkçası kolyemle oynayıp şarkı söyleyerek 10 saniye de geçirmiş olabilirim 10 dakika da. Geçen zamanı veya durakların sayısını bilmiyorum fakat bıraktığımda ineceğim durağa gelmiştim. E ama daha yürüyecek en az 15 dakikalık yolum vardı. Şimdi ne yapacaktım?
Yola çıktığımda şeyi fark ettim. Ben… Anı yaşıyordum. Ne telefonu, ne yola çıkmadan öncesini, ne de eve vardıktan sonrası vardı aklımda. Sadece o an güzel zaman geçirmek istiyordum. Hafif esen rüzgarla beraber etraftaki insanların konuşmalarının tadını çıkarıyordum. Biliyorum, garip bir eğlence ama eğlence işte. Fakat bunu fark ettiğim zaman, yani, bütün bu yazının konusu olan “anı yaşama” olayını, onu düşündüm yolun geri kalanında. Onlarca şey ile aklımı doldurmaktansa gerçek anlamda elimde olanlara odaklandığımda ne kadar mutlu olduğumu fark ettim. Ama sonrasında… Evet bütün bu fark edişler harika olsa da canım bir şey istiyordu, çikolata. E saat çoktan… geç… olduğundan bütün marketler de kapalıydı. Ben de eve her gidişimde önünden geçip asla içine girmediğim bir bakkala girip “Çikolata var mı?” diye sordum. Adam da “Çikolatanın kasası burada” deyince istemsizce güldüm. Kapıdan girdiğim gibi çok samimi bir ortam oluşmuştu ve her ne kadar ben bunu devam ettirmenin bir yolunu bulamasam da adam bir şekilde konuyu açıp bana sağlıkla ilgili tavsiyeler vermeye başladı. Ben de bir süre dinleyip sonrasında ona katıldım. Yaklaşık 5 dakika sürdüğünü tahmin ettiğim çok güzel bir konuşmanın ardından ben gecemi güzelleştiren bu güzel insana muhabbeti için teşekkür ettim, o da iyi geceler diledi. El sıkıştık ve çikolata almak için girdiğim yerden çikolatanın yanında küçük ama harika bir sohbetin verdiği mutlulukla beraber çıkıp gofretimi yiyerek eve doğru yürümeye devam ettim.
Apartmanın önüne gelene kadar mutluluk ve güzel düşünceler dışında anlatacak pek bir şey yaşanmadı fakat apartmanın merdivenlere yaklaşırken kapıya doğru giden iki komşuyu gördüm. Görmemle beraber yanlarından koşup geçmeleri için kapıyı açtım. Geçerken onlar teşekkür etti, ben de rica ettim ve içeri geçtik hepimiz. Apartmanın asansörü küçük olduğundan onlar önce benim çıkmamı, sonrasında da kendilerinin çıkacaklarını söyleseler de kapıyı açıp onların geçmesi için ısrar ettim. Ardından komşulardan biri “Aman canım genç o beklesin” diyerek içeri girdi. İyi geceler diledik ve önce onlar, onlar indikten sonra da ben bindim asansöre. Sonunda, eve varmıştım.
Bütün bunların sonunda üzerimi değiştirip yüzümü yıkadım ve bu yazıyı yazmak için oturdum. Bugün çok güzel bir gündü ve açıkçası… Bunu kaydetmek istedi canım. İleride okuyup kendime anı yaşamayı tekrar tekrar hatırlatmak istedim. Ayrıca bütün bunları yazarken bir düşünce geçti aklımdan…
Önce dedim ki, “Bütün bu tesadüfler ne güzel denk gelmiş arka arkaya, telefonumun bozulmasına rağmen ne kadar da şanslı bir gece geçirmişim”. Fakat ardında bir başka düşünce takip etti, eğer ki en başında telefonum bozulmasa bunların hiçbiri gelmeyecekti başıma. İğne istemek için bir sürü tatlı insanla konuşmayacaktım. Tamam belki 1.10 kuruşluk para çekme ücreti vermeyecektim fakat aynı zamanda dışarıda olan bunca iyi insandan da haberdar olmayacaktım. Metrodaki o gitarları incelemek yerine internette insanların hayvanlarıyla nasıl eğlendiklerine veya arkadaşların beraber ne kadar güldüklerine bakacaktım. Bütün o güzel konuşmaları dinlemek yerine üzerinde yazı yazmayan videoların seslerini duyabilmek için telefonu kulağıma dayayıp onların seslerini dinleyecektim. Belki de o bakkala girmek yerine zaman geçirmek adına bir arkadaşıma ses atarak şuan bile iyi hissettiren onca mutluluğun yanından yürüyüp geçecektim…
Kısacası, bu yazıyı yazarken bütün bunların arka arkaya yaşanan güzel tesadüfler olmadığını, aksine bu tarz olayların her saniye yaşandığını fakat biz insanlar o an orada olmayan onlarca şeyle kendimizle meşgul ederken bütün bu mutluluğu kaçırdığını fark ettim.
Son bilmem kaç yılımın en güzel birkaç saatini geçirdim bu yazıdaki olaylarla ve hepsini tek bir şeye borçluyum, bozulan telefonum. O yüzden gelecekteki kendime bir not bırakmak istiyorum. Ne olur geleceği veya geçmişi düşünmeden önce, telefonda sonsuza kadar aşağı kaydırmadan veya birkaç dakika sonrasında unutacağın bilgiyi araştırıp zaman geçirmeye çalışmadan önce bi etrafına bak, belki tanışacak birisi vardır. Ya da izleyecek bir hayvan bulursun, dans eden bir çiçek veya akan bir su… Kendine bak, belki oynayacak kolyen ya da söyleyecek şarkın vardır. Yani, aklını orada olmayan şeylerle dağıtmaya karar vermeden önce içinde bulunduğun ana bi bak, belki mutluluk vardır.
Be First to Comment